Viyana Çıkarması

On January 6, 2015

Seyyah ruhumuz 2014 yılının son performansını sergilemeden rahat edemedi ve 3 haftada apar topar planladık Viyana gezimizi…

Noelin 3 gün sonrası, yılbaşının 3 gün öncesi yani zamanlama mükemmel 🙂 Kış mevsiminde Avrupa daha bir tercih sebebimiz malum ama bu en güzel dönemini yakalamak hep hayalimizdi, Viyana’ya kısmetmiş 🙂

27 Aralık Cumartesi sabah 08:10 THY uçağıyla başladı yolculuğumuz. Erken kalkan yol alır, günden de maksimum 20141227_102652faydayı sağlama şansımız oldu bu sayede. Sorunsuz bir uçuşla Viyana Schwechat Havaalanı’na vardık. Beklediğimden gayet büyük ve modern bir havaalanıydı. Havaalanından şehir merkezine ulaşımın birkaç alternatifi olduğunu öğrenmiştik araştırırken. En kolay ve kısası CAT (City Airport Train) denilen hızlı tren. Diğer alternatifler ise S7 metro hattı ya da otobüs. Acelemiz olmadığı için geze geze gitme alternatiflerinden metroyu tercih ettik. Önümüzdeki 3 gün boyunca rahat rahat gezebilmek adına 72 saatlik Viyana kartı aldık. Bu kart şehir içindeki tüm toplu taşımalarda geçerli. Ayrıca birçok müze, kafe, restaurant ve turistik mekanda belirli indirimler de sağlıyor. Bu kartla birlikte havaalanı-şehir merkezi ulaşımı için de S7 metro bileti aldık gidiş dönüş için.

Her zamanki gibi Booking üzerinden ayarladığımız Marc Aurel Otel’in yolunu tuttuk. Yaklaşık 30 dk sonra ulaştık merkeze. Otelimiz ne mutlu ki seçerken ince eleyip sık dokumamıza değerek gayet merkezi bir yerde çıktı. Girişimizi yapıp valizleri bıraktıktan sonra attık kendimizi dışarı. Hava soğuk ama tam gezilecek kıvamdaydı.

imageİlk durağımız Viyana’nın ikinci önemli kilisesi Peterskirche. Haftasonu olduğu için kalabalıktı. Işıl ışıl, gösterişli bir kiliseydi. Oradan çıkıp şehrin en meşhur caddesi olan20141227_120221 Graben Caddesi’ni dolaştık. Şehirde faytonlar gayet aktif. Atlar baya heybetli ve çok bakımlılardı. Diğer bir dikkat çekici noktada bekleyen atlar üşümesin diye üzerlerine en kaliteli yalıtım malzemesi olan Goretex’ten örtülerin örtülmesiydi ki bu ince düşünceye hayran olmamak mümkün değil 🙂 Üzerine bir de önümüzden geçen bir arabada dinlenilen yüksek sesi klasik müziği duyunca tamam diyorsunuz Viyana’dayız 🙂 Şehir kendi başına bir müze gibi zaten, her köşede bir heykel, tüm binalar mimarlık kitaplarından fırlama…

image

20141227_121638

İlk kültürel izlenimlerden sonra soluklanma molasında sıra! Hasretiyle yanarak geldiğimiz glühwine yani sıcak şarabı içmek için sokak arası bir büfede durakladık. Çok başarılı bir örneği değildi ama ortamın ambiyansı yetti 🙂

image

İkinci durağımız ise en büyük ve en ünlü kilise olan Stephanplatz’daki Aziz Stephan Kilisesi. Yüksekliğiyle ön planda olan kiliselerden. Gerçekten çok ihtişamlı bir kiliseydi. Haftasonu olması itibariyle kalabalıktı da. Kilisenin ana bölgesine giriş yoktu ne yazık ki ibadet alanı olduğu için. Ama uzaktan fotoğraf alabildik. Zaten kiliselerin en sevdiğim halidir ayin zamanları 🙂

image

Sıra geldi boğazlar meselesine 🙂 Viyana için bu alanda da listemiz hayli kalabalık! Listenin başında Cafe Sacher geliyor. Neden başında geldiğini mekana yaklaşınca anlıyorsunuz. Yaklaşık 15-20 dk beklememize sebep olan bir kuyruk vardı önünde 🙂 Burası kendi adında Sacher-torte’si ile meşhur. Yanında krema ile ikram edilen çikolatalı bir pasta. Gerçekten çok özel bir kıvamı ve çok ayarında bir tadı var. Hele de benim gibi çikolata tutkunları için biçilmiş kaftan. Yanında da yine meşhur Viyana Melanger kahvesi aldık. Capuccionaya benzer ama buraya özgü olduğu için tavsiye ediliyordu. Gayet başarılıydı. Kafe Sacher Otel’in altında yer alıyor. Ortam gayet seçkin, tarih kokuyor. Garsonlar çok kibar, sizi sırayla içeri alıp yerinize götürüyorlar. Tatlının hikayesi de şöyle; bir gün büyük bir davet varken baş aşçı hastalanıyor. Yerine yardımcı aşçı kendisi bir tarif geliştiriyor ve davete hazırlıyor. Sacher-torte böylece çok beğeniliyor ve meşhur oluyor.

image20141227_144757

Karnımız doyup ağzımız tatlandıktan sonra yorgunluk artık gözlerimizden okunmasına rağmen gezimize devam ediyoruz. Yine merkezde belediye binasını (Rasthaus) ve opera binasını (Staatsoper) görmüş olduk. Özellikle opera binası çok görkemliydi, burada bir konser izlemek vardı ya artık o da bir sonraki ziyarete 🙂 Mozart’ın 1871 yılında yaşadığı evi de görme şansımız oldu otelin yakınlarında.

Akşam yemeğinden önce dinlenmek ve eşyalarımızı yerleştirmek için otele döndük. Odamız gayet sevimli, temiz ve yeterli büyüklükteydi. Hem yorgun hem üşümüş gezginler yerleştikten sonra biraz şekerlemeyi hak etti tabi 🙂

imageAkşam dışarı çıktığımızda ortam inanılmaz ışıldamış ve bambaşka bir hale bürünmüştü. Noel ve yılbaşı ruhunu fazlasıyla yaşıyordu caddeler. İlk akşam yemeği için tercihimiz Figlmüller oldu. Resepsiyondan birbirine yakın iki şubesiimage olduğunu öğrendik. Öğrendiğimiz de iyi oldu çünkü gittiğimiz ilk şubesi doluydu ve şans bile vermediler 🙂 Ona 500 m uzaklıkta olan diğer şubeye vardığımızda da benzer bir durumla karşılaştık. Ama bunun önünde kuyruk vardı ve biz de katıldık bir şekilde girilecek içeriye diye 🙂 Yine bir 30 dk kadar bekledik. Ama sonunda gayet güzel bir yere oturduk. Buranın spesyali de Avusturya’nın spesyali olan Şinitzel! Yanında buraya özel bir patates salatası ile ikram ediliyor. Semizotlu, sarımsaklı gayet güzel bir patates salatası. Şinitzel de bir tabak büyüklüğünde, güzelce galeta unlanmış tadılması gereken bir lezzete sahip. Yanında da yine Avusturya’nın en meşhur birası olan Ottakringer içtik. Bu arada yeme içme fiyatları normal düzeyde. Şehrin en meşhur mekanlarına gitmiş olmamıza rağmen gayet makul hesaplar ödedik. Yemek sonrasında Sacher-torte benzeri ev yapımı çikolatalı mis gibi bir kek de yedik.

20141227_221136Otele dönmeden yine Graben caddesinde Punschlarımızı yudumladık 🙂 Geceyi Cafe 20141227_211234Central’de bir kahveyle sonlandıralım dedik ama mekanı bulduğumuzda kapanmak üzere olduğu için ertesi güne bıraktık bu planı.

image

IMG-20150104-WA0000Tüm günün yorgunluğunun ve muhteşem tatların üzerine mışıl mışıl uyuduk beklendiği üzere. Sabah kalktığımızda dışarıya beyaz hakimdi ve tatlı tatlı kar yağmaya devam ediyordu. Otelin kahvaltısı beklediğimizin gayet üzerinde çıktı. Karnımızı fazla fazla doyuracak çeşit ve lezzet sunuyorlardı. Gayet memnun kaldık diyebilirim.

20141228_100612

Pazar sabahı için erken saatlerde dışarı çıktığımız için ortalık baya sakin ve sessizdi. Önce otelin bir üst caddesi üzerindeki Anker Saati’ne uğradık. Zamanlamamız harikaydı. Çünkü saatin esprisi saat başlarında. Saatin yapısı çok ilginç. Saatleri temsilen muhafızlar var ve üzerlerindeki dakikaların yazılı olduğu hat boyunca ilerliyorlar saat boyunca. Böylede saat ilerleyince ekrandaki muhafız da değişmiş oluyor.

İkinci gün için ilk durak dün dışından dolaştığımız Hofburg Sarayı, Viyana’nın en önemli sarayı. Sarayın içinde Kral imageimageDaireleri, Krallığın Gümüş Koleksiyonu ve Sisi Müzesi yer alıyor. Önce koleksiyonu gezdik. Görmeye değer, inanılmaz! Akla hayale gelmeyecek parçalar var. O dönemlerde bu kadar detaylı mutfak eşyalarının tabak çanağın kullanılıyor olması gerçekten çok ilginç. Masa üstünü temizlemek için kullanılan fırça ve kürekler, şekil şekil pasta kalıpları, yemeğe özel tabaklar, daha neler neler… Görünce ilk yorumum “şimdiki hizmetçiler çok şanslı” oldu 🙂 Altın kaplamalar, gümüşler, bronzlar da cabası… Sonra Kral Daireleri’ne geçtik. Ne yazık ki fotoğraf çekimi yasaktı 🙁 Odalar saraylara layık 🙂 Gezinin en can alıcı kısmı ise Sisi Müzesi. Ve burada da fotoğraf yasak 🙁 Sisi, Avusturya kraliçelerinden Elizabeth’e verilmiş bir isim. Kendisinin çocukluğundan beri süre gelen hayatı, eşyaları, hikayesi sergileniyor gayet büyük kapsamda. Sisi’yi özel yapan tarzı ve karakteri, biraz özgün ve aykırı kişiliği varmış. Görülmeye değer…

2015-01-05_08.49.49

Oradan çıktığımızda hava ısırıyordu acı acı 🙂 Biraz doymak biraz da ısınmak için dün akşamdan kalan Cafe Central planımızı devreye aldık. Ve tabi yine sıra vardı! Bu kez makul bir süre bekledikten sonra kafenin içlerinde gayet otantik bir alana aldılar. Ben kruvasanla İtalyan usulü capuccino, Deha ise yine Melange kahvesi ve yanında tereyağlı ekmek aldı. Tarihi bir binanın altında, gayet yüksek tavanlı çok otantik bir mekan. Garsonlar yine zarif ve kibar.

Sonra kar demedik soğuk demedik düştük yola. Maria-Theresien Meydanı’nda tam istediğim gibi bir 2015-01-05_08.40.34Christkindlmarkt’a rastladık 🙂 Buraya gelince ne yapılır acaba??? Sıcak şarap, hem de bu sefer hakkını veren cinsten! İşte şimdi Noel Avrupa’sındayız diyebildik 🙂

Bir sonraki hedefimiz olan Naturhistorisches Museum yani Doğa Tarihi Müzesi için şansımızı denedik ama o soğukta kuyruk beklemek çok mantıklı gelmediği için son güne bıraktık. Hazır sınırsız ulaşım hakkımız varken metroyla Schönbrunn Sarayı’na gittik ama içine girmedik. Sarayın önünde de nispeten mütevazı bir Christmas Market vardı. Burada da resmin tamamlayıcısı olan Spiralkartoffel yani yine favorilerimden spiral şeklinde kızarmış patates yeme şansını bulduk.

2015-01-05_08.58.599

Sonrasında yine metroyla Stadtpark’a geçtik. Parkın yanından Tuna Nehri’nin bir kolu uzanıyor. Parkta içinde ördeklerin yüzdüğü ufak bir göl vardı. Ama parkın en özel yanı içinde yer alan Johann Strauss heykeli. Benim gibi keman ve klasik müzik severler için ayrı bir anlamlı 🙂 Heykelin çevresinde konser biletlerinin satıldığı standtlar vardı. Gün sayımız sınırlı olduğu için fiyatları makul olmasına rağmen bu fırsattan faydalanamadık ne yazık ki 🙁

Ve yine yemek molası. Listemizde sıra Cafe Landtmann’da. Burası da özellikle gulaş çorbasıyla meşhur nezih bir imagekafe. Tabi ki yine biraz sıra bekledikten sonra gayet sempatik bir garson eşliğinde yerimize geçtik. Vestiyerde duran bayan da Türk çıkınca biraz muhabbet etme şansımız oldu. Önce mekanın hakkını vermek için gulaş çorbalarımızı daha önce televizyon programında izlediğimiz Teoman Hünal’ın da tavsiyesi üzerine Ottakringer eşliğinde yudumladık. Gerçekten tavsiye edebileceğim lezzetli bir çorbaydı. Sonrasında da önünde sıra beklerken aklımın kaldığı tatlı reyonundan birşeyler istemeyi ihmal etmedik 🙂 Landtmann’s feine torte ve Waidbeer Fleck meyveli olmaları ve muhteşem görüntüleri itibariyle tercih ettiğimiz tatlılar oldu, çok isabet de oldu 🙂

Mekan listemizden bir kalemin daha üzerini çizmenin verdiği keyifle dönüş yoluna geçtik. Yine metro ile Stephanplatz’a döndük. Graben Caddesi’nde hediyelik eşya alışverişimizi yaptıktan sonra dinlenmek üzere otele döndük.

imageBu akşamki yemek mekanımız ise Plachutta. Ama bu sefer tedbirliyiz sabahtan rezervasyonumuzu yaptık! Ama buna rağmen akşam 9 için yer ayırtabildik 🙂 Bu mekan et üzerine ünlenmiş. Dünyaca ünlü dedikleri Tafelspitz adında bir et yemekleri var. Meşhur olacakları kadar da var açıkçası! Döküm bir tablanın üzerinde bir tencerede içinde et suyu, çeşitli sebzeler ve et parçaları yanında da garnitür şeklinde patates getiriyorlar. Önce sebzelerle birlikte et suyunu çorba olarak tadıyorsunuz. Sonra da etleri pilav ile servis ediyorlar. Lezzetler de etin pişme seviyesi de mükemmel. Servis de son derece profesyonel. Yanında içilen Ottakringer malum…

İkinci günümüzde hatrı sayılır miktarda üşüyerek ama fazla fazla keyif alarak sonlandırdık. Kar hala ince ince yağmaya devam ediyordu…

Son günümüzde zaman kısıtlı. Yine erken saatte kahvaltımızı edip otelden çıkış yaptıktan sonra valizleri otele emanet imageedip çıktık dışarı. Pazartesi olması itibariyle hayat daha canlıydı. Görülecek listemizdeimage daha çok yer vardı ama içlerinden en ilgi çekenini – dün kuyruk yüzünden giremediğimiz – Doğa Tarihi Müzesi’ni tercih ettik. Önünde sıcak şarap içme şansı da cezbetmedi değil 🙂 Bu müzede doğanın, hayvanların ve insanların tarihine ve dünyasına özgü sergiler var. İlk gezdiğimiz yer taşların sergilendiği alan oldu. Binlerce taş çeşidi, bulundukları yerlerle birlikte birçok odada sergileniyordu. Hayal edemeyeceğiniz güzellikte taşlar vardı, inanması güç. Her Türk’ten bekleneceği üzere “yok mu burada bizden birşeyler” edasıyla gözlerim imageimageyaşarana kadar tek tek aradım ama sonunda birkaç örnek buldum bizim taşlarımızdan 🙂 Bu bölümde dünyanın oluşumuyla geçirdiği evrelerle ve tabiatla da ilgili oldukça farklı görseller ve parçalar sergileniyordu. Sonra hayvanlarla ilgili bölüme geçtik. Tıpkı taşlardaki gibi dünya üzerinde bilinen belki de tüm hayvan cinslerinin örneklerini gördük desem yalan olmaz. Birçoğu oldukça gerçekçiydi. Kelebekten mamuta, ayıdan deniz canlılarına kadar bir sürü bir sürü hayvan! Bir sonraki bölüm ise insana dair. İlk insanlara ait örnekler yine evrime dair görseller… imageMüzenin ilginç bölümlerinden biri de Human Footprint olarak adlandırılmış uzaydan çekilmiş fotoğrafların sergilendiği kısımdı. Burada farklı konu başlıklarında – tarım, sanayi, turizm gibi – dünyanın farklı ülke ve şehirlerinin görünümleri fotoğraflanmıştı. Görüntüler gerçekten çok ilgi çekiciydi. Bu bölümde de ülkemiz bizi eksikletmedi. Turizm alanında  Antalya Belek’ten de gayet etkileyici bir fotoğraf vardı.

Sırada son lezzet durağımız olan Demel Pastanesi var. Burası da şehrin en ünlü pastanesi denebilir. Türlüimage türlü tatlıları var ama en ünlüsü Apfelstrudel yani elmalı turta. Burada da sıra beklemezsek hatrımız kalır değil mi 🙂 Kuyruktayken önce çeşit çeşit rengarenk tatlıların önünden geçiyorsunuz sonra da bunların yapıldığı camekanlarla şeffaf hale getirilmiş mutfağın. Çeşit olsun diye elmalı turta ve Annatorte isimli çikolatalı bir pasta istedik. Buranın Melange kahvesi nispeten daha çok benziyordu capuccinoya. Lezzetler on numaraydı. Pastanenin özel çikolatalarının ve tatlılarının satıldığı alan da çok iştah açıcıydı 🙂

20141229_152415Kalan son saatleri değerlendirmek üzere önce metroyla Lunaparka gittik. Buraya gitmemizin sebebi ünlü Weiner Riesenrad’ı yani dönme dolabı görmekti. Bu dönme dolapta kabinler var, içinde yemek yiyebiliyorsunuz. Bu arada dolap ağır ağır dönmeye devam ediyor. Değişik bir ortam ama çok özellikli olduğunu söylemem, en azından görsel olarak.

Buraya kadar gelmişken adaşımı yani Tuna Nehri’ni görmeden olmaz 🙂 Bunu yapmak isteyeceklerin işini kolaylaştırmak için nehrin tam ortasında bir metro durağı yapmışlar! O soğuğu bir de nehir üzerindeyken tecrübe etmek biraz sızlatsa da manzara buna değerdi.

20141229_154128

20141229_155128

Vakit daralırken geldiğimiz şekilde S7 metrosuyla havalanının yolunu tuttuk. Kıssadan hisse şehir çok güzel, tarihi ve sanatı bir arada yaşatan bir Avrupa kenti. Yeme içme için fiyatlar uygun olsa da giyim kuşam, hediyelik eşya anlamında pahalı bir şehir. Almanya gibi her adımda Türk’e rastlamanız çok olası.

Tadı damağımızda kalan bir gezi oldu bizim için. Dönem itibariyle de Viyana’nın en görsel zamanına denk geldiğimizi hissettik çoğu zaman. Daha önce de dediğim gibi listemiz uzundu ve tabi ki bitmedi 🙁 Demek ki bir daha gelmek için yeterli sebebimiz kaldı geriye 🙂

Yorumlarınız için

Your email address will not be published. Required fields are marked *